Maltada Bir Baba
Benim yerime de bak gökyüzüne.Hatta bir parçasını dörde katla ceketinin en gizli cebine sakla. Şu her akşam korkunç bir sesle kapanan, büyük asma kilitleri gerdanına kolye niyetine asmış, bana zindanlığı ve tutsaklığı bir an bile unutturmayan, acımasızca işleyen bir saat gibi ağır,dayanılmaz geçen ve geçecek olan bilmem kaç saatimi, aylarımı, yıllarımı beynime çivi misali kazıyan o demir kapılardan gözün gibi sakla. O kapılardan kim ve ne geçerse bir süzgeç misali bize, kalanını verir. Bazen gözyaşını, bazen acıyan gözleri, bazen umutsuz sözleri.. Sen o kapılara kanma yavrum, sen bana umudu getir, sen bana; sana emanet ettiğim, reyhan kokulu gökyüzümden bir parça sakla da getir. Ama şu zindan giyimli, belinde demirden esaret sallanan, bir parça yaşam ile buluştuğumuz o anlarda, dakika sayan, duymaktan korktuğumuz "Görüş bitmiştir, vedalaşın!" cümlesini haykırıp onlarca yaşama, gözyaşına, en saf özlemlere, küçücük çocukların yüzüne duygusuzca bakan adamlardan da sakla. Onlar gökyüzümüzü bulmak için seni arayacaklar. Sakın korkma, tedirgin olma. Onlar senin cebinde sakladığın bir parça gökyüzünden işte böyle korkarlar.
Benim buradaki gökyüzüm boyuna 13 adım, enine 7 adım. Bu sonsuz maviyi bir bıçak gibi kesen tel örgülerin vefa ettiği kadar görürüm bulutları. Payıma düşen yıldızların sayısını bile bu gaybana dikenli teller belirler. Hatta yağmurdan,kardan ve güneşten bile nasibimi bu teller belirler. Bir içliyim ki onlara, sormayın. Bu duvarların yüksekliği seni ürkütmesin yavrum. Onlar bu hengamenin içinde, gözlerimizin içine suçluymuşuz gibi bakmayan tek dostlar. Dostlar diyorum çünkü her gün saat 10:00'da şu bereketli özgürlükten en gösterişsizinin bize düştüğü vakitlerde; selamımızı, günaydınımızı onlara veririz. Acımızı, derdimizi, çocuğumuzu,sevdiğimizi,memleketimizi ona anlatırız. Zaten burada bir onlara sırtını yaslayabilirsin. Biz de onları kadim dostumuz biliriz. Laf taşımaz, taş taşır. Biz de yükümüzü onunla bölüşürüz.
Mevsimleri, dikenli telleri aşıp bu kehkeşanı süsleyen, oturduğum bu duvar dibinden avucum kadarcık görünen ağaç dalından anlarım. O da olmasa ömrün geçtiğini nasıl idrak ederim ?
Ev kokan kazağın ıtır kokmayınca ve silinince sevdiğinin mektubundaki kurşuni renk, ne varsa ezberlediğin türkülerde; ederin o kadar kalınca, tek korkun sevdiklerinin zihninden silinmek korkusu olunca işte bu yere ilk o zaman düşersin. O günden itibaren say geçen her günü. O hengamenin içinde birilerinin aklına birkaç saniye de olsa geliyor olmayı umut edersin.
Ya gelmezsen? Hayır gelmelisin. Yoksa ne anlamı var hala yaşıyor olmanın?
Bilmezler bu soğuk demirden ranzayı, bilmezler sayımları, telefon sıralarını, pencereden yarım görünen ay parçasını, tam unutmaya yüz tutmuşken yaşamı; bu duvarlara çarpıp beni bulan hayatın sesine kıyısından tutunmayı, yarım saatlik görüşlerde yoldaşlık etmeye çalışmayı, buradaki bayramları, babalar gününü bilmezler. Onlarca yüzde şefkate dair bir kıpırtı aramayı ama her seferinde daha acı bir acımasızlıkla karşılaşmayı onlar bilmezler yavrum.
Ben ki tekrar gelsem şu hayata ilmek ilmek yaşarım.
Ağır kapıların kapanışını son kez ne zaman duyarsam,
ismim son kez ne zaman çağrılırsa,
asma kilitler en son ne zaman vurulursa şu zehir zemberek yazımın üzerine yaşamak nedir belki o zaman öğrenirim.
*https://www.youtube.com/watch?v=Ih9QPd_IMvU*
Yorumlar
Yorum Gönder